Post by Benelüks on Jun 19, 2019 4:07:36 GMT 3
Benelux'un tüm hükümdarları öncekinden kısa bir süre geçmesine rağmen yine taht odasında toplanmışlardı. Acı haberin ardından vekil prens hemen herkesi taç törenine çağırtmış, disiplini ve otoritesinden hiçbir şekilde ödün verdirtmemişti. "Cesur Charles" demişlerdi ona bir defa, tarihin sayfalarına ilk geçişi böyle olmuştu.
Fakat Charles o gün "Cesur" değildi. Charles o gün korkusuz, intikamcı, acımasız ve deliydi. Vassalları gergin bir şekilde iki yana açılmış bir tahtta oturan on altı yaşındaki gence, bir de koridordan ona yaklaşan taca bakıyorlardı. Herkes ya koyu mora bürünmüş, ya da siyahlarını giyinmişti. Tacı tahta yaklaşırken Charles ayağa kalktı ve Piskoposa yanındaki küçük taş havuza uzatılmış koyunu işaret etti.
Taç muhafızları koyunun boğazını kesip İmparatorlarının tacını kana buladılar. Pek çok soylu kafasını çevirirken bu olaya doğrudan tanıklık edenlerin bazıları irkilmişçesine ellerini birleştiriyor, kulaklarını kaşıyorlardı. Ne Charles ne de tebaası koyunun leşinden sıçrayan kana aldırmadı. Piskopos taçlandırma duasını okuyup kanlı tacı onun başına yerleştirirken genç imparatorun gözleri kapalıydı.
Taçtan suratına, kıyafetlerine akan kanlara aldırmadan gözlerini açtı ve hükmündekilere bakındı. Mavi gözlerinde adeta kıyametin kıvılcımları saklıydı.
"Ben, benden önce hükmetmişlere benzemem. Hiçbir tehditten korkmam, hiçbir sözümden caymam! Tacımdan gelen kan atalarımdan bana mirastır. Bu lekeyi de temizlemek yalnızca bana haktır! Ya tanrının hükmüne uyar, benim sözümü dinlersiniz; ya da ben sizi tanrıyla kavuştururum!"
Elbette soyluların çoğu bu olaydan memnuniyetsizdi fakat Charles'in nasıl birisi olduğunu tam olarak anlamışlardı. Onunla uğraşmak, tehlikeliydi.