Post by Admin on Aug 5, 2016 3:33:13 GMT 3
BAŞLANGIÇ
Führer için güzel bir başlangıçtı sanırım. Kralın dudaklarından hafif bir sırıtma geçti, uzun boyuyla Hitler'i istese katlayabilirdi. "Önemli değil, hep Napoleon'a özenmişimdir." dedi kral tepeden bakma üzerine gelen iğnelemelenin üzerine. Ufak Adolf ise gözlerini kralın üzerinden ayırmadan derin bir nefesin ardından "Dinliyorum." dedi. Dinleyecekti elbette, karşısında Avrupa'daki en güçlü adam bacak bacak üstüne atıyordu.
"Şu Çek saldırısı büyük bir hataydı. Fakat Fransa için tam olarak öyle diyemem, ben bile -ki görüldüğü üzere senden daha zekiyim- Finlerin bu saldırısını öngörememiştim." dedi sırıtmasını kesmeden. "Ama harbiden, nasıl bir ahmak tüm ordusunu büyük bir yenilgiden sonra tek bir ülkeye sokar?"
"Beni buraya kararlarımı sorgulamak için çağırdıysan, boşuna yoruyorsun beni evladım. Her şeyin bir sebebi ve planı vardır. Ve her plan istenildiği gibi gitmez." dedi yıkılmış bir yanılsamanın lideri olan adam. Çok önce pes etmiş olmalıydı, belki kafasına sıktığı bir kurşunla, bundan 70 yıl sonra bile onun yoluna inanan ve onun "iyi bir komutan" olduğunu sanan ahmaklar yaratabilirdi.
Kral "Benimki gayet iyi gidiyor ama?" dedi, dışarıdan gelen kurşun seslerinin ardından alt dudağını öne çıkartıp kaşlarını kaldırırken. Orgenerali dışındaki komutanları odanın dışına teker teker çıktılar, anlaşılmış olduğu gibi. Bu sefer aldığı yanıtsa kısa olmuştu: "Kutlarım." Görünüşe göre bu adamın beklediği daha farklı bir şeydi, bir antlaşma ya da türevi. Bunu ona verecekti, fakat mutlu etmeye niyeti yoktu: "Antlaşma şartlarına gelelim istersen." "Hangi antlaşma?" "Barış." "Ne öneriyorsunuz?" Gerçekten de bu kadar acizdi işte adam, güya dünyayı dize getirecek olan adam şimdi önünde sürünüyordu. "Sen ne isterdin?" dedi yüzünde tekrardan oluşan geniş bir sırıtışla. Fakat adam öfkeli çıkmıştı, beklediğinden daha öfkeli. Eh, az önce tüm adamlarını öldürmüştü ne de olsa. "Suratındaki sırıtışı yok etmeni belki." Ancak Adolfçuk buna bir cevap alamadı, üstelik sırıtış da devam etmekteydi. "Avusturya konusunda ısrarcıysanız Hollanda ve Belçika Alman toprakları olacak, Avusturya ise Yugoslavya."
Bu sefer hiç beklemedi ve "Benim asıl önem verdiğim şey ahlaktır." dedi, önceden düşünmüş olduğu bir cümleydi. Üzerinde düşündürecek olan bir cümle. "O halde onu elde etmeye çalışıyorsun ve beni çağırdın?"
Bu sefer yüzündeki gülümseme, konuşma boyunca ilk kez yok olmuştu. "Ben iyi bir adamım, gözüktüğümden daha iyi. Halklara ufak bir zarar bile vermedim, özellikle bundan kaçındım. Gerçi herkes kendini ahlaklı olarak düşünüyor, belki ben de bu 'düşünenler'den biriyimdir sadece. Belki sana göre işgalci bir puştumdur. Eh, her neyse, nihayetinde orduları olan benim."
"Şuan öyle gözüküyor."
"Ve neden bu kadar gelmişken zaten elimde olan bir yerle yetineyim, bunu sen bile yapmazdın -ki önceden anlaştığımız üzere benden daha salaksın." adamdan sert bir şeyler bekleyerek saatine baktı, az kalmıştı. Tekrar yüzünü ufak adama döndü. Ancak sert bir şeyler alamamıştı: "Burada daha fazla böyle vakit kaybetmek ikimizin de zararına olacaktır. Sadede gel istersen." ipinde böyle kolayca oynayan bir adam bulması zordu, şanslı gününde olsa gerekti.
"Ne için?"
"5 dakika sonrası."
"Ve sonra bir avuç askerimle birlikte burada can mı vereceğiz?"
Eh, bu sertti işte. Ancak neden gizlesindi ki? "Bu sana bağlı biraz da. Ama askerlerin, ne yazık ki, biraz önce oyunu terk ettiler." diye yanıtladı onu. "Alman halkı pes etmeyecektir." dedi Führer, görünüşe göre halen Almanların üstün ırk olduğuna inanıyordu. "Ama sen pes edebilirsin."
"Şimdiye kadar yaptığım ve söylediğim her şeyi yutacak birine benzediğimi sanmıyorum."
"Öyleyse ne yapacaksın, her yerde kaybetmiş bir ahmak olarak mı öleceksin?"
Birkaç zafer ve belki, işte o zaman bu Almanlar az ötede duran adama aşık bir şekilde vatansever türkülerini söylüyor olabilirdi. Ancak, gerçekçi olmak gerekirse, en ulusalcı halk bile kendilerini attığı her adımda boka batırmış olan bu adamı takip etmezdi. "Bir ahmağa diz çöken bir ahmak olarak mı öleyim?" oldu adamın son sözleri. Ya da en azından kral, böyle sanmıştı. Dışarıdan duyduğu ayak seslerinden olsa gerekti. "1 dakika kal-" Ancak sözleri bölündü, hiç bölünmediği gibi hem de. Çadırın dört bir yanındaki kumaşlar delinerek içeriye askerler girmişti; kendi askerleri. Ve ellerinde de tüfekler...
Bir dizi mermi sesi duydu.
Çok can yakıyordu, çok zor görüyordu. Apoletli bir adam -baba?- yanında yatıyordu. Hayır, babası çok önceden ölmüştü. Kimdi bu, hatırlamıyordu.
"Yönetime Yugoslav Komünist Partisi adına el konulmuştur." O parti dağıtılmıştı, çoktan.
Ve tekrar kurşun sesleri.
Ve bir adamın daha düşüşü.
SON